Dr. Hasan YAĞAR

KUR'AN'I ANLAMAK YERİNE ONU ALLAYIP PULLAMAK

Dr. Hasan YAĞAR

Semavi dinler üzerinde araştırma yapanların bildikleri üzere, İlahi En Son Mesaj olan Kur’an’dan önce Zebur, Tevrat ve İncil adında İlahi Mesajları içeren kutsal kitaplar peygamberler vasıtasıyla belli dönemlerde insanlara tebliğ edilmiştir. Adı geçen bu kitaplar, adına RUHBAN denen ve dinî konularda kendilerini bir bakıma ehil gören insanlar tarafından orijinaliteleri değiştirildiği için bunların yerine en son olarak Kur’an Hz. Muhammed (as) tarafından insanlara tebliğ edildi. Bu suretle insanlara tebliğ edilen Kur’an’ın, kendinden önceki kitapların içeriğini de ihtiva ettiği bilinen bir realite.
    Kur’an’dan önceki kitapların orijinalitesini bozan ve adına RUHBAN denen insanların bu durumu dikkate alınarak Kur’an’da ilahi bir hüküm olarak “DİNDE RUHBANLIK YOKTUR” ilkesi egemen kılındı. Ama buna rağmen kendilerine “ DİN ADAMI” vasfını layık gören bazı insanlar bir nevi RUHBANLIK yaparak, belki hüküm değişikliği yapmadılar ama akla hayale gelmez bazı anlamsız şeyler Kur’an’a yapıştırdılar ve yakıştırdılar. Bu eylemlerinde asla kötü niyet olmadığı kesindir. Amma ve lakin Kur’an’ın bir bakıma “canına okudular”.
    Şöyle ki:
    Mesela orijinalinde müzikal hiçbir boyut yokken Hz. Resul (as)’un irtihalinden yaklaşık 200-300 yıl sonra Kur’an’ın müzikal anlamda sesli (makamlı) okunmasını sağladılar. Oysa Asrı Saadet’te, yani Hz. Resul (as)’un yaşadığı dönemde ve daha sonrasında Kur’an’ın böyle bir özelliği yoktu. Bendenizin de talim olunduğu üzere TECVİT denen ve bir nevi talimatname/yönetmelik diyebileceğimiz “bir Kur’an okuma” prosedürü ihdas olundu. Bunu bilenlerin bileceği üzere bazı harflerin uzun okunması gibi birçok uygulama vücuda getirildi.
    Tüm bunlara rağmen her ne hikmetse hiç kimse Kur’an’ın içeriği ile pek değil, hiç ilgilenmedi. Mesela halen dahi devletin resmi yayın organı olan TRT’nin TV-1 kanalında Kur’an’ı müzikal (makamsal) boyutuyla en güzel okuyanlara altın ödülleri tertip edilmektedir. Acayip ve bir o kadar da garaip olan bu işlem ve işlevler devletin din konusunda memur ve yetkili kıldığı DİYANET İŞLERİ BAŞKANLĞININ tertip ve tensibi ile icra edilmektedir. Zira bunun böyle olduğunu jüride görev alan zevatı muhteremin varlığından anlıyoruz. Oysa biz inanıyoruz ki Yüce Yaratıcı Sad Sûresinde: “Bu Kur’an çok önemli bir mesajdır” ihtar ve hatırlatmasını yaparken her halde bu şekilde bir iştigali emretmiş olamaz. 
    Diğer taraftan Kur’an’ın abdestsiz okunamayacağı, regl ve lâhosa döneminde olan kadınların bu halleri devam ettiği sürece bırakın okumayı, Kur’an’a dokunmaları yasağı dahi insanımıza dayatılabilmiştir. Ve maalesef elan dahi bu acayip dayatma devam etmektedir. İşte bu anlamsız dayatmalar sebebiyledir ki Mushaf  (Kur’an’ı Kerimin ciltlenmiş kitap hali) satan kitapçıların: “ Kur’an’larımız jelâtin kaplıdır, abdestsiz dokunabilirsiniz” levhalar icat etmiş bulunmaktadır. Kepazeliğe bakar mısınız? A birader Mushaf halindeki Kur’an zaten kapkalın kapakla kaplanmıştır. Eğer kapak söz konusu ise bu yetmez mi? 
    Tüm bu dayatmalar karşısında diyoruz ki, böyle bir hüküm Kur’an’da yokken zatı âlileri acaba bu karara nereden ulaşabilmişlerdir. Daha da ilginç olanı, diyorlar ki “Abdestsiz dokunamazsınız ama ezbere okuyabilirsiniz”. Şu rezalete bakar mısınız? A mübarekler; lafız, yani beyanlar, yani ayetler mi önemli yoksa onların yazılı bulunduğu kâğıtlar mı? Anlayan varsa beri gelsin.
    Kısacası günümüz “ruhbanları” maalesef insanımızı İlahi Rahmet olan bu mesajdan şöyle veya böyle mahrum bıraktılar. Mesela Nisa/Kadın Sûresi adında bir sûre varken maalesef İslam kadını bundan bile bihaber kılınabilmiştir.
    Her ne hikmetse insanımızı Kur’an’ın anlamından mahrum bırakmak için adeta ne lazımsa yapıldı. İlle de Arapça okunmasını dayattılar, dayatıyorlar. Mesela Fatiha Sûresi tamamen dirilerle ilgili bir yakarış bütünü olmasına karşın sırf bu cahilane söylemler sebebiyle, bu ayetler ölülere okunur hale getirildi. Mesela bu duanın anlamı şöyle: “ Hamd/şükür ve şükran Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan, hesap ve ceza gününün yegâne maliki olan Allah’a mahsustur. Ya rabbi! Sadece sana ibadet eder ve sadece Senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet. Gazaba uğrayanların ve dahi sapkınlığa düşmüş olanların yoluna değil”. Peki, Allah aşkına söyler misiniz bu mübarek duanın, “ununu elemiş, eleğini asmış” ölülere ne faydası var. Amma ve lakin ne hikmetse bu acayip uygulama elan devam etmektedir. Oysa ölülere okunması daha uygun bir dua olan İbrahim Sûresinin 41. Ayeti hangi nedenledir bilinmez insanımıza açıklanıp önerilmedi. Bu ayet: “ Rebbenağfirli veli valideyye velil mü’münine yevme yakumul hisap” Türkçesi: Ey Rabbimiz! İlahi Duruşmada beni, annemi-babamı ve bütün inanların hesabını kolaylaştır. Onları bağışla.” daha uygun iken her ne hikmetse vakti zamanında insanlara Fatiha ayetleri öğretilmiş ve bu masum insanlar da ölmüşlerinin mezarına “ Ruhuna Fatiha” yazısı yazmaktalar.
    Hazreti Resul (as), bir mezarlığa gittiği veya yanından geçtiği zaman “ esselamü aleyküm ya ehli kubur” diyerek dua edermiş. Bu lafzın manasını bilmeyenler diyorlar ki Hz. Resul (as) ölüler diri oldukları için onlara selam veriyordu. Hani bizler de kendi aramızda bu işi yapıyoruz ya, galiba buradan buna hükmedilmektedir. Oysa anlamı: “ Ey kabir ehli, Allahın selamı/bağışı ve esenliği ve dahi rahmeti sizlerin üzerine olsun” diyordu. Bizleri bu İlahi Rahmetten ne kadar uzak bırakmışlar değil mi? Anlam yerine işin kabuğu ile uğraşılmış. 
    Bu arada siz okuyuculara Konya’da Cuma günü camide vuku bulan ibretlik polisiye bir olaydan söz etmek istiyorum. Biliyorsunuz Konya’da Mevlana külliyesi bulunduğu için genelde yabancı turistlerin uğrak merkezi olmaktadır. Galiba yıl 1990. Bir Arap turist heyeti ziyaret maksadıyla Konya’ya gelmiş. Gün de Cuma olduğu için tabii olarak onlar da camiye gitmişler. O sırada müezzin veya imam müzikal manada (makamlı olarak) Kur’an okuyormuş. Demek ki sesi ve okuyuşu dokunaklı olmalı ki bizimkiler gözyaşlarını tutamamışlar. Ancak Araplar hep tebessüm eder olmuşlar. Namaz hitamında bizimkiler “ vay siz Kur’an okunurken ne diye güldünüz” diye bazıları sataşmada bulunmuşlar derken dalaşma olunca karakolluk olmuşlar. Karakolda yapılan sorguda meğer okunan ayetlerde müjdeci haberler varmış. Dolaysıyla Araplar anlamı bildikleri için haklı olarak tebessüm etmişler. Bizimkiler de tabii olarak anlamı bilmedikleri için güzel okunuş ve sese kapıldıkları için gözyaşı dökmüşlermiş. Mesele anlaşılınca barış söz konusu olmuş ama bizimkiler tabii olarak mahcubiyet yaşamışlar. Kanaatimizce bu olay, işin neresinde olduğumuz hakkında ciddi bir örnek olsa gerek.     
     Sözün baş kısmında verilen örnekte olduğu gibi, Kur’anı bu derece allayıp pullayanlar şu ayetten hem kendilerini hem de inançlı insanları mahrum bıraktılar. Furkan Sûresi 30. Ayet: “Ey Rabbim! Doğrusu ümmetim şu Kur’an’ı terk edilmiş halde bıraktılar”. Kısacası Hz. Resul (as), İlahi Duruşmada “ Ey Rabbim! Benim ümmetim yakışıksız sözler söyleyerek bu Kur’an’ı gözden çıkarılmış, terk edilmiş hale getirdiler” diye şikâyette bulunacaktır. Her halde güzel seslerle teganni ederek okuduğumuzun medhü senasını yapmayacak. Mesela ilk satırlarda ölüler için beyan ettiğimiz ayeti adeta bir şarkı, bir türkü veya bir gazel gibi seslendirerek Allah’a dua ettiğimizi düşünün. Ne kadar acayip olur değil mi? Keşke mümkün olsa da bu yazıda sesli okuyabilseydik. 
    Kısacası sevgili dostlar her bakımdan yani hem dünya hem de ahret için bir rehber ve dahi rahmet olan Kur’an hiç de gereği olmadığı halde, halden hallere sokulmuş. Bu da güya O’na hürmeten yapılmış. Mesela O’nu özel ve cicili bicili kılıflara koyarak evlerin kıble duvarına asmaktan veya gelin olmuş kızlarımızın çeyizine bir kutsal olarak koymaktan başka ne yaptık Allah aşkına. Veya ölülerimiz için Arapça hatimler yaparak sevabını iletmekten başka hangi akıllıca işler için kullandık. Oysa Yunus Sûresinin 100. Ayetinde Yüce Yaratıcı, aklını kullanmayanların üzerine rics/pislik boca edeceğinden dem vurmaktadır. Peki, bir Kur’an inanmışı olarak kaç tanemiz bundan haberdar kılındık.
    Bu konuda yazacak çok şey var. Lakin bu yazı türü bundan fazlasına uygun değil. Maalesef ve dahi Kur’an tarafından yasaklanmış olmasına rağmen eski mukaddes kitapları tahrif eden ruhbanlar gibi geçmişin ve günümüzün “din adamları” vasfını taşıyan bilginler? Adeta bir nevi ruhbanlık yaparak inançlı insanlara büyük kötülük etmek sadedinde sarfı mesai eder olmuşlardır. Gayet tabi bu kötü niyetle yapılmadı ve dahi yapılmıyor. Lakin affa mazhar olmayan hatalar cümlesinden olarak bazı işlere imza atılmış durumda. Bunların neler olduğu, yazının yukarı satırlarında özet olarak değinilmiştir. Rabbimiz taksiratlarını affetsin. Öyle uzak kılındık ki elan günümüzde bile sakallı ve takkeli birileri, deprem fay hattından ötürü olmuyor. Onu melek Cebrail oluşturuyor sözünü, hemen herkesin aşinası olduğu sosyal medyada dile getirebiliyor. Bu, kepazeliğin daniskası değilse nedir. Hâlbuki bu söylemin, araştırma şansı olmayan sade vatandaşlarımızın din/Kur’an adına aklını ifsat ettiği söz konusu iken, din konusunda yetkili ve sorumlu olan Diyanet İşleri Başkanlığı maalesef bu kepazeliğin bir safsata olduğunu, Cebrail’in vahiy meleği olduğunu, tüm bu olgu ve oluşumların tabiat kanunu/sünnetüllah olduğunu insanımıza söylemesi gerekirken maalesef böyle bir müdahale göremiyoruz. 
    Sevgili dostlar, artık internet çağında yaşıyoruz. Gerçeği öğrenmek isteyen her kes için hem kötü hem de iyi anlamında olanak var. Cumhuriyetle birlikte kurulan üniversitelerde hizmet deruhte eden akademisyenler ciddi manada bu konuda emek sarf ederek gerçekleri tüm berraklığı ile ortaya çıkarabilmekteler. Yeter ki gerçeği öğrenmek niyetimiz olsun. Artık “RİVAYET KÜLTÜRÜ” irtifa kaybetmektedir. İlahi koruma altında bulunduğu ayetle sabit olan Kur’an’dan uzak söylem ve eylemlerin bitmesi lazım. Bir akademisyen hocanın dediği gibi sorular bu kitaptan çıkacak. Her hangi bir şeyhin ve tarikat ehlinin dediklerinden değil. Allah’ın emri olduğu üzere aklımızı kullanmaktan öte yol yok. Kur’an’la sabit olan İlahi bu nimetin değerini bilmeyecek olursak kendimizi pislikten kurtaramayız. Nitekim kurtaramadığımız; ne denli geri kalmışlığımızda mündemiç bulunmaktadır. Selam ve dua ile.   
    
 

Yazarın Diğer Yazıları